Efe
New member
[color=]İmar Olmayan Arsaya Ev Yapmak: Bir Barınma Mücadelesinin Sosyal Yüzü[/color]
Küçük bir köyde, imarsız bir arsada tek göz bir ev yapan bir kadını hatırlıyorum. “Devletin izni yok ama çocuklarım üşümesin,” demişti. Bu cümle, sadece bir konut meselesi değil, bir yaşam hakkı çığlığıydı. Bugün “imar olmayan arsaya ev yapılır mı?” sorusu yalnızca hukuki bir tartışma değil; sınıfsal, toplumsal cinsiyet temelli ve mekânsal adaletsizliklerin iç içe geçtiği derin bir sosyal sorudur.
[color=]1. Yasal Zeminden Sosyal Gerçekliğe: “Yapılamaz” Denen Yerlerde Yaşamak[/color]
Türkiye’de imar planı olmayan bir arsaya ev yapmak teknik olarak yasaktır. Ancak bu yasağın arkasında, herkesin “yasal konut” edinme şansı olmadığı gerçeği gizlenir. TÜİK’in 2023 konut verilerine göre, düşük gelirli kesimlerin yaklaşık %38’i barınma maliyetlerini karşılamakta zorlanıyor. Bu oran kırsalda daha da yüksek. Yani birçok aile için “imar dışı arsa” tek seçenektir.
Bu noktada, yasa ile yaşam koşulları arasındaki uçurum belirginleşir. Şehir merkezlerinde rant ve mülkiyet ilişkileriyle şekillenen imar politikaları, düşük gelirli kesimleri sistem dışına iter. Bu insanlar yasa dışı değil, sistem dışı kalmışlardır.
[color=]2. Kadınların Görünmeyen Emekleri ve Barınma Hakkı[/color]
İmarsız bir arsada ev yapmak çoğu zaman “aile” kararı gibi görünse de, asıl yükü kadınlar taşır. Sosyolog A. Erder’in (2019) yaptığı bir araştırma, gecekondu bölgelerinde kadınların ev inşası sürecinde hem fiziksel emeğe hem de komşuluk ağlarına dayalı dayanışmaya aktif katıldığını ortaya koyuyor. Bu kadınlar, erkeklerin “geçici” dediği yapıları kalıcı bir yuvaya dönüştürüyor.
Kadınlar için imarsız ev, bir “risk”ten çok “güvenli alan” yaratma çabasıdır. Yasal tanımı olmayan bu yapılar, birçok kadının şiddetten kaçış rotasında bir sığınak işlevi görür. Bu durum, barınma hakkının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli bir güvenlik meselesi olduğunu gösterir.
[color=]3. Erkeklerin Çözüm Arayışı: Mekânsal Adaletin Pratiği[/color]
Toplumsal gözlemler, erkeklerin bu süreçte daha çok “çözüm üretici” rol üstlendiğini gösteriyor. İnşaat işinde çalışan ya da çevresinde usta tanıyan erkekler, yasal boşlukları pratik bilgiyle aşmaya çalışıyor. Ancak burada da bir sınıf farkı ortaya çıkıyor: ekonomik gücü olan erkek, imar planı dışındaki arsayı “yatırım”a dönüştürebiliyor; maddi gücü olmayan erkek ise aynı eylemle “kaçak yapı yapan” olarak damgalanıyor.
Yani yasa herkese eşit görünse de, uygulamada sermayesi olanın evi “villa”, olmayanın evi “yıkım kararı”yla karşılaşıyor. Bu fark, sınıfsal eşitsizliğin mekânda somutlaşmış hâlidir.
[color=]4. Irk, Göç ve Mekân: Kimlerin Evi Yıkılır?[/color]
Türkiye’de Suriyeli mülteciler, Roman toplulukları ve mevsimlik işçiler sıklıkla imarsız bölgelerde yaşam kurar. İstanbul’daki Sulukule, Ankara’daki Çinçin veya Adana’daki Yüreğir bölgelerinde yapılan saha çalışmaları, bu grupların mekânsal dışlanmaya en açık kesimler olduğunu gösteriyor (Koçak, 2021).
Yıkım kararları genellikle “kentsel dönüşüm” adı altında alınır, ancak bu dönüşümün kimler için olduğu sorusu hep ortada kalır. Yoksul Roman ailelerin evleri yıkılırken, aynı bölgede lüks sitelere izin verilmesi, ırk ve sınıf temelli mekânsal eşitsizliği açıkça ortaya koyar.
[color=]5. Toplumsal Normlar ve “Ev”in Anlamı[/color]
Toplumsal normlar, “ev sahibi olmayı” bir başarı ölçütü haline getirmiştir. Erkek için “ev yapmak” toplumsal statü göstergesi, kadın için “evi korumak” aile sorumluluğudur. Bu rollerin içinde, yasal statüsü olmayan bir ev bile kimlik ve aidiyet kaynağına dönüşür.
Bir forum kullanıcısının şu cümlesi bu durumu özetliyor:
> “Kâğıt üstünde yasak ama kalbimde o evin duvarı var. Çünkü orası benim emeğim.”
Yani ev, bazen beton değil; direnişin sembolüdür.
[color=]6. Hukuk, Adalet ve Yaşam Hakkı Arasında Kalanlar[/color]
Hukuk, planlı kentleşmeyi savunurken, adalet her bireyin yaşam hakkını korumalıdır. İmarsız arsada ev yapmanın suç olarak görülmesi, bireyin temel barınma hakkı ihlaline dönüşebilir. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi, barınmayı temel bir insan hakkı olarak tanımlar. Ancak bu hakkın Türkiye’deki uygulaması, mülkiyet merkezli bir düzenin gölgesindedir.
Bu noktada çözüm, bireysel değil kolektif olmalıdır. Yerel yönetimlerin katılımcı imar süreçleri geliştirmesi, vatandaşların “imar dışı” değil “imar sürecine dahil” olmasını sağlamalıdır.
[color=]7. Sınıf, Cinsiyet ve Mekânsal Adalet Üzerine Düşünmek[/color]
İmarsız arsada ev yapan bir kadınla, aynı mahallede “projeden konut” alan bir erkeğin hikayesi aynı ülkeye ait olsa da, iki farklı Türkiye’yi gösterir. Bu fark, gelir dağılımının ötesinde, sosyal yapının adaletsiz inşasından kaynaklanır.
Eğer kent planlaması sadece sermaye sahiplerinin menfaatine göre yapılırsa, “imar dışı” yaşayanlar değil, adalet duygusunun kendisi kaçak hale gelir.
[color=]8. Forum Tartışması İçin Sorular[/color]
- Barınma hakkı, mülkiyet hakkının önüne geçmeli midir?
- Kadınların barınma deneyimleri neden çoğu zaman “geçici” görülür?
- Kentsel dönüşüm gerçekten “dönüşüm” mü, yoksa yeni bir dışlama biçimi mi?
- Yasalar, yaşamın kendisine mi uymalı, yoksa yaşam yasaya mı?
Bu sorular, yalnızca bir imar tartışması değil, bir toplumun vicdanına yöneliktir.
[color=]9. Sonuç: Bir Duvarın Ötesinde Adalet Arayışı[/color]
İmar olmayan arsaya ev yapmak, sadece beton dökmek değildir; görünmeyen bir direniştir. Kadınların, yoksulların, göçmenlerin, işçilerin “ev kurma” hikâyeleri, bir ülkenin sosyal adalet pusulasını gösterir.
Eğer gerçekten adil bir kent istiyorsak, önce kimlerin “evsiz” bırakıldığını görmeliyiz.
---
Kaynaklar:
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Konut Araştırması Raporu”, 2023.
- Erder, A. (2019). Gecekondu Kadınlarının Mekânsal Direnişi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- Koçak, S. (2021). Kentsel Dönüşümde Mekânsal Eşitsizlik ve Irk Temelli Dışlanma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 25.
Küçük bir köyde, imarsız bir arsada tek göz bir ev yapan bir kadını hatırlıyorum. “Devletin izni yok ama çocuklarım üşümesin,” demişti. Bu cümle, sadece bir konut meselesi değil, bir yaşam hakkı çığlığıydı. Bugün “imar olmayan arsaya ev yapılır mı?” sorusu yalnızca hukuki bir tartışma değil; sınıfsal, toplumsal cinsiyet temelli ve mekânsal adaletsizliklerin iç içe geçtiği derin bir sosyal sorudur.
[color=]1. Yasal Zeminden Sosyal Gerçekliğe: “Yapılamaz” Denen Yerlerde Yaşamak[/color]
Türkiye’de imar planı olmayan bir arsaya ev yapmak teknik olarak yasaktır. Ancak bu yasağın arkasında, herkesin “yasal konut” edinme şansı olmadığı gerçeği gizlenir. TÜİK’in 2023 konut verilerine göre, düşük gelirli kesimlerin yaklaşık %38’i barınma maliyetlerini karşılamakta zorlanıyor. Bu oran kırsalda daha da yüksek. Yani birçok aile için “imar dışı arsa” tek seçenektir.
Bu noktada, yasa ile yaşam koşulları arasındaki uçurum belirginleşir. Şehir merkezlerinde rant ve mülkiyet ilişkileriyle şekillenen imar politikaları, düşük gelirli kesimleri sistem dışına iter. Bu insanlar yasa dışı değil, sistem dışı kalmışlardır.
[color=]2. Kadınların Görünmeyen Emekleri ve Barınma Hakkı[/color]
İmarsız bir arsada ev yapmak çoğu zaman “aile” kararı gibi görünse de, asıl yükü kadınlar taşır. Sosyolog A. Erder’in (2019) yaptığı bir araştırma, gecekondu bölgelerinde kadınların ev inşası sürecinde hem fiziksel emeğe hem de komşuluk ağlarına dayalı dayanışmaya aktif katıldığını ortaya koyuyor. Bu kadınlar, erkeklerin “geçici” dediği yapıları kalıcı bir yuvaya dönüştürüyor.
Kadınlar için imarsız ev, bir “risk”ten çok “güvenli alan” yaratma çabasıdır. Yasal tanımı olmayan bu yapılar, birçok kadının şiddetten kaçış rotasında bir sığınak işlevi görür. Bu durum, barınma hakkının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli bir güvenlik meselesi olduğunu gösterir.
[color=]3. Erkeklerin Çözüm Arayışı: Mekânsal Adaletin Pratiği[/color]
Toplumsal gözlemler, erkeklerin bu süreçte daha çok “çözüm üretici” rol üstlendiğini gösteriyor. İnşaat işinde çalışan ya da çevresinde usta tanıyan erkekler, yasal boşlukları pratik bilgiyle aşmaya çalışıyor. Ancak burada da bir sınıf farkı ortaya çıkıyor: ekonomik gücü olan erkek, imar planı dışındaki arsayı “yatırım”a dönüştürebiliyor; maddi gücü olmayan erkek ise aynı eylemle “kaçak yapı yapan” olarak damgalanıyor.
Yani yasa herkese eşit görünse de, uygulamada sermayesi olanın evi “villa”, olmayanın evi “yıkım kararı”yla karşılaşıyor. Bu fark, sınıfsal eşitsizliğin mekânda somutlaşmış hâlidir.
[color=]4. Irk, Göç ve Mekân: Kimlerin Evi Yıkılır?[/color]
Türkiye’de Suriyeli mülteciler, Roman toplulukları ve mevsimlik işçiler sıklıkla imarsız bölgelerde yaşam kurar. İstanbul’daki Sulukule, Ankara’daki Çinçin veya Adana’daki Yüreğir bölgelerinde yapılan saha çalışmaları, bu grupların mekânsal dışlanmaya en açık kesimler olduğunu gösteriyor (Koçak, 2021).
Yıkım kararları genellikle “kentsel dönüşüm” adı altında alınır, ancak bu dönüşümün kimler için olduğu sorusu hep ortada kalır. Yoksul Roman ailelerin evleri yıkılırken, aynı bölgede lüks sitelere izin verilmesi, ırk ve sınıf temelli mekânsal eşitsizliği açıkça ortaya koyar.
[color=]5. Toplumsal Normlar ve “Ev”in Anlamı[/color]
Toplumsal normlar, “ev sahibi olmayı” bir başarı ölçütü haline getirmiştir. Erkek için “ev yapmak” toplumsal statü göstergesi, kadın için “evi korumak” aile sorumluluğudur. Bu rollerin içinde, yasal statüsü olmayan bir ev bile kimlik ve aidiyet kaynağına dönüşür.
Bir forum kullanıcısının şu cümlesi bu durumu özetliyor:
> “Kâğıt üstünde yasak ama kalbimde o evin duvarı var. Çünkü orası benim emeğim.”
Yani ev, bazen beton değil; direnişin sembolüdür.
[color=]6. Hukuk, Adalet ve Yaşam Hakkı Arasında Kalanlar[/color]
Hukuk, planlı kentleşmeyi savunurken, adalet her bireyin yaşam hakkını korumalıdır. İmarsız arsada ev yapmanın suç olarak görülmesi, bireyin temel barınma hakkı ihlaline dönüşebilir. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi, barınmayı temel bir insan hakkı olarak tanımlar. Ancak bu hakkın Türkiye’deki uygulaması, mülkiyet merkezli bir düzenin gölgesindedir.
Bu noktada çözüm, bireysel değil kolektif olmalıdır. Yerel yönetimlerin katılımcı imar süreçleri geliştirmesi, vatandaşların “imar dışı” değil “imar sürecine dahil” olmasını sağlamalıdır.
[color=]7. Sınıf, Cinsiyet ve Mekânsal Adalet Üzerine Düşünmek[/color]
İmarsız arsada ev yapan bir kadınla, aynı mahallede “projeden konut” alan bir erkeğin hikayesi aynı ülkeye ait olsa da, iki farklı Türkiye’yi gösterir. Bu fark, gelir dağılımının ötesinde, sosyal yapının adaletsiz inşasından kaynaklanır.
Eğer kent planlaması sadece sermaye sahiplerinin menfaatine göre yapılırsa, “imar dışı” yaşayanlar değil, adalet duygusunun kendisi kaçak hale gelir.
[color=]8. Forum Tartışması İçin Sorular[/color]
- Barınma hakkı, mülkiyet hakkının önüne geçmeli midir?
- Kadınların barınma deneyimleri neden çoğu zaman “geçici” görülür?
- Kentsel dönüşüm gerçekten “dönüşüm” mü, yoksa yeni bir dışlama biçimi mi?
- Yasalar, yaşamın kendisine mi uymalı, yoksa yaşam yasaya mı?
Bu sorular, yalnızca bir imar tartışması değil, bir toplumun vicdanına yöneliktir.
[color=]9. Sonuç: Bir Duvarın Ötesinde Adalet Arayışı[/color]
İmar olmayan arsaya ev yapmak, sadece beton dökmek değildir; görünmeyen bir direniştir. Kadınların, yoksulların, göçmenlerin, işçilerin “ev kurma” hikâyeleri, bir ülkenin sosyal adalet pusulasını gösterir.
Eğer gerçekten adil bir kent istiyorsak, önce kimlerin “evsiz” bırakıldığını görmeliyiz.
---
Kaynaklar:
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Konut Araştırması Raporu”, 2023.
- Erder, A. (2019). Gecekondu Kadınlarının Mekânsal Direnişi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- Koçak, S. (2021). Kentsel Dönüşümde Mekânsal Eşitsizlik ve Irk Temelli Dışlanma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 25.